"Ey homo sapiens sapiens bu sözüm sanadır! Durduk yerde ne diye iki ayağının üzerine dikildin, sağdan soldan besin toplamak varken, ne diye toprağı biçtin, sonra da seninmiş gibi o toprağın etrafını neden çevirdin?" diye sorsalar, ne yanıt vereceğimizi hiç düşündünüz mü?
İnsanoğlu, insanoğlu olalı hep kendini aradı. Neyim, nerdeyim, ne için buradayım diye... Kah çıktı gökyüzüne, kah indi yeryüzüne! Ama hep aradı durdu kendini. Düşünce, siyaset, politika, felsefe ve bilim tarihi hep ama hep insanlık bilgileri ile doludur.
Dünya tarihine zaman zaman hakim olan; şüphecilik, pozitifizm, sosyalizm, modernizm, post-modernizm... gibi daha burada sayamadığımız tüm akım ve izm`ler aslında insanların hayatlarında baskın olarak yaşadıkları dönemler gibidir. Kimi zaman maddeci, kimi zaman şüpheci, kimi zaman varoluşçu olmadık mı? İşte bu süreçte dünyanın küçük bir varyasyonu niteliğinde olan bizler, bir önceki deneyimlerimizin üzerine yeni keşifler ekleyerek ilerlemekteyiz. Böylelikle evrenle birlikte yaşar, değişir, devinir ve dönüşürüz.
Herkesin en azından ismen tanıdığı Charles Darwin`in insanlık tarihindeki yeri gözardı edilemeyecek kadar önemlidir. Yalnız bilim tarihi demek istemiyorum. Çünkü Darwin bir bilimadamından çok, iyi bir gözlemci ve sebatkar bir arşivciydi. Evrim kelimesi Darwin`den bu yana sosyal bilinçaltında bir yığın tabu ya da önyargıyı tetiklemektedir. İnsanı insan yapan ve diğer organizmalardan ayıranın ne olduğunu ilişkin olarak, ilk yorum fizik ve evrim temelli olarak Darwin`den gelmiştir. Bunun üzerine insanoğlu şimdiye değin düşünmediği şeyleri düşünmeye başlamıştır. İnsan olmanın, fizik boyutuyla ilgilenmiştir. İnsanlık serüvenimizde insanın bedensel ve biyolojik kısmına gözlerimizi çevirmemizi sağlamıştır. Doğal uyumun ve seçilimin yasalarını bize göstermiştir. Darwin sayesinde o döneme kadar felsefe ve bilgi çerçevesinde incelenen insanoğlunun bedeni, bir anda soru işaretlerinin hedefine dönüşmüştür. Sorduğumuz soruların yanıtları bedensel değişimimizde mi saklıydı? Böyle giderse gerçekten de ayak serçe parmaklarımızı kaybedecek miydik?
Tüm bunlar yaşanırken, insanoğlu "Bilgi Çağı" denilen o aydınlanma sürecinin kollarında buldu kendini. Artık bilgi ve bilim herşeydi ve temel hedef ona ulaşmaktı. O zamana kadar olan tüm bilgiler, gen havuzlarımızdaki tüm kodlar buraya konsantre oldu ve geçtiğimiz yüzyıl yaratıldı. İşte bu süreçte pozitif bilimlerin ciddi bir atılımı gerçekleşti. Artık insan herşeyi akılla açıklayabilecek düzeye gelmişti. Teknoloji hızla ilerledi. Bilişim hızladı. Telekominikasyonda yeni ufuklar açıldı. Bunun yanı sıra çevre sürekli kirlendi ve prozac gibi ilçaların satışları arttı. İşte o noktada yalnızlaşma ve yabancılaşma varlığın hissettirmeye ve sistemi kökünden sallamaya başladı. İnsanın salt akıl, bilgi ve sistemler üzerine kurulu olmadığı hissediliyordu artık. Bilgi çağı çatırdıyordu. Neden sorusunun yanıtı gelmekte gecikmedi. Çünkü insan salt bilgi değildi. Yalnızdı ve küçük bebekler gibi ihtiyaçları için ağlıyordu.
Antropoloji (İnsan Bilim) tarihinde dönem dönem insanı insan yapan değişik faktörlere değinilmiştir. Bunlardan biri alet yapma özelliğidir. Uzunca bir döneme damgasının vuran Richard Leakey’in bu savı yeni kazılarda ortaya çıkan veriler bağlı olarak, geçerliliğini yitirmişti. Çünkü birçok canlı alet yapmaktadır. Maymunlar çok sevdikleri karıncaları yemek için ağaç dallarını kullanmaktadırlar. Evet üst benlik ve yaratıcılık bakımından insanoğlu daha ileri seviyelere ulaşmış olsa da temelde insanı diğer canlılardan ayıran bir yeti olma savını olma özelliğini kaybetmiştir.
Ardından insanın insan yapan unsurun sosyal örgütlenme olduğu ortaya çıkmıştır. Ancak biz artık biliyoruz ki, hayvanların büyük bir kısmında sosyal organizasyon vardır. Hatta bazı gelişmiş türlerde çekirdek aileler bile yeralmaktadır. Bu noktada orangutanların hayatları oldukça keyifli örnekler sunmaktadır bizlere. Bir yiyeceğin yerini haber veren karıncalar, çiçeklerden bilgi alan ve veren arılar, yunuslar... kısacası bu evrendeki her canlı bu savın sayısız desteklerini vermektir. Daha çözümleyemediklerimiz de cabası. Şimdiye kadar ortaya konulan tüm bu veriler bir şekilde bilgi çağı ile birlikte geçerliliğini yitirmiştir. Taaki, İkili sarmal (DNA) keşfedilerek, genler incelenmeye başlayıncaya kadar.
Tüm organizmaların belli bir bilinç ve varoluş düzeyine sahip olduğu bilgisine ulaşılmıştır. Aslında bu buluşla bilgi çağının da sonu gelmeye başlamıştır. Çünkü işin rengi bilgiden çok onu kullanmaya ve kullanmayı sağlayan tetikleyicilere dayanmıştır. Tabii tüm bu veriler tam çıkış noktasını buldum diye sevinirken, yeni bir şeyi keşfeden insanoğlunu üst bilinç seviyelerine taşımıştır.
İçinde bulunduğumuz yüzyıl itibariye anlaşılmıştır ki, insan salt bilgi yığını olan bir meta değildir. Bu noktada varoluş süreçlerinin farklı boyutları keşfe çıkılmış, Platon yeniden tartışılır olmuştur. Çünkü insanın gözardı edilen spirit, yani ruhani yönü gerek bilimin, gerek aydınlanmanın, gerekse kırılmanın sonucu olarak ortaya çıkmış ve ivme kazanmıştır. İşte tam da bu noktada antropoloji devreye girmektedir. Genetik mühendisliğindeki açılımlarla birlikte devinimin tüm bilgilerine kayıtlı kodlarımızdan (DNA) ulaşılmıştır. Ayağa kalkan ilk atalarımıza kadar tüm tecrübe ve bilgilerin DNA’nın üzerinde olduğu ortaya çıkmıştır. Şu anda her ne kadar da bunları deşifre edebilecek teknolojiye sahip olamasak da bilgilerin orada kayıtlı olduğu aşikardır. İşte taşıdığımız bu bilgi ve ışıkla yolumuza devam etmekteyiz.
Yeni bir kırılma noktası daha olacaktır. Bir dönem bilim bir dönem ruhaniyetle ilerleyen insanoğlu, bir süre sonra başladığı yere tekrar geri dönecektir.
Gönül ve usun seviştiği bu yeni insanoğlu bilimde ilerlerken, ruhani keşiflerine hız katacaktır. İşte bu gerçek dengede insanoğlu sahip olduğu güçleri keşfederek, onların yardımıyla yolunda ilerleyecektir. Her birimiz aslında bu dünyadaki bir devinimin parçalarıyız. Yeri ve zamanı geldiğinde açılacak kapılar için hem kalbimize hem de beynimize ihtiyacımız var. Bu bütünlüğü yakaladığımızda, evrimin neresinde olduğumuza zaman göreceliği içinde ulaşarak, “insan” olabilmeyi başaracağımızı umut ediyoruz.
Madem ki diğer organizmalardan hem karmaşık olması hem de iş yapabilme yeteneği bakımından daha gelişkin bir modeliz, bunu ruhumuz ve bilgimizle güçlendirdiğimizde neler yapabileceğimizi siz tahmin edin.
Evrimin ve bilimin tüm yanıtları hiç uzağımızda değil. Tüm yanıtlara vakıfız. Yeter ki, onlara ulaşabilecek yollarımız açık tutalım. Çünkü onlar kucaklaşma anını sabırsızlıkla içimizde bekliyorlar.
Antropolog Elif Oktav Erdemli
Soru ve bireysel çalışma talepleriniz için iletişime geçin