Yazmak eylemdir… Peki ya söylemek! Kelimeler, semboller hatta sayılar bile kültürden kültüre değişiyor. Değişmeyen tek şey notalar... Sesin evrensel gücü.
18 Ocak’ta İş Sanat’ta Cesaria Evora ile muhteşem bir gece geçirdik. Papya kağıdının suyu çekmesi gibi, müziğin evrensel dilini ruhlarımıza çektik.
Google arama motoruna Cesaria Evora yazıldığında bir sürü bilgi karşımıza çıkacaktır. Ancak asıl sorgulamamız gereken, onu dinlediğimizde ruhumuzda harekete geçenler. Elbette herkes gibi onun da bir hikayesi var:
Portekiz’in Afrika’daki sömürgelerini yönetebilmek için üs olarak kullandığı Cape Verde’de doğdu. Annesi maddi nedenlerle bakımını sağlayamayınca onu yetimhaneye verdi. Müzikle tanışması da yetimhane korosunda oldu. Doğduğu kentte yaşadı, aşık oldu, anne oldu. Annesinin kaderi onu da takip etti. İki kızına ve annesine bakabilmek için barlarda şarkı söylemeye başladı. Çekici fiziği ve insanın ruhunu sarmalayan sesiyle kısa sürede tanındı. Alkol ve sigara ile yakın ilişkiler yaşadı. Halen daha sahne aldığında sigarası için biraz ara verir.
Mornalardan (Bir tür ulusal Blues) asla vazgeçmedi. Şarkılarını kendi dilinde (Creole) söyledi. Ve gün geldi. Dünyaya sesini duyuracak fırsat karşısına çıktı. Ama bu fırsat karşısına geldiğinde, bunun bir fırsat olduğunu fark edemeyecek kadar vazgeçmişti.
Fransız menajer Jose da Silva onu Fransa’ya davet ettiğinde, “Hiç olmazsa Fransa’yı görmüş olurum.” düşüncesi ile yolculuğa başladı. Albümleri kendi toplumunda hep ilgi gördü. Halkı onu hep sevdi ve destekledi. 2003 yılında Güncel Dünya Müziği kategorisinde “Aşkın Sesi (Voz d`amor)” adlı albümüyle Grammy ödülünü aldı. Sayısız başarıya imza attı ve dünya müziğinin “Çıplak Ayaklı Diva”sı oldu.
Peki bu başarının ardındaki gerçek neydi? Kimsenin adını bile bilmediği bir dilde şarklı söylerken dünyanın çıplak ayaklı divası olmak, sadece şans mıydı?
Çağımızda çeşitli platformlarda tartışıla dursun, yeniçağ adı altında ortaya atılan tüm kaynaklar tükenmiş durumdadır. Tekno müzik endüstrisi kendine yeni kaynaklar yarata dursun, dünya ekonomiden sanata yepyeni biri dönüşüm içine girdi. Yapay şöhretler çökmeye başladı.
Bu toprakların sesinden gelen tınılar utanılacak bir müzik zevkinden öteye bile daha yeni yeni geçebilmiştir. Bu dünyada olan herşeye yeniden evet denmeye başlandı. Şimdi özgün ve gerçek olana dönüş başladı.
Dünyayı kocaman bir yapboz gibi düşündüğümüzde her santimetre kareye düşen motifler birbirini etkilemeye ve evrensel tınılar ortaya çıkmaya başladı. Nasıl ki ilhamın tek başına müzik yapmak için yeterli olmadığı biliniyorsa, tekniğin de tek başına yeterli olmadığı ortaya çıktı. İlhamı bilgi aktı ile manevi varoluşundan maddi varoluşa yönlendirmeyi başaranlar ise, başarı hikayeleri yazmaya devam ediyorlar.
Manevi olarak insan ruhuna ilham veren her süreç, kendine maddi alanda bir varoluş aranı arar. Kendini ortaya koyuş sürecinin adı bazen müzik bazen resim bazen bir proje olabilir. Ancak önemli olan bu ilhamın en başarılı tekniklerle var olmasıdır. Fransa’daki stüdyoda da bu gerçeklik var oldu.
Yerel motifler, insanların birer parçası ve insanlar kendilerine ait her parçayı büyük bir neşe içinde keşfetmek istiyorlar. Bu nedenle de sözlerini bile anlamadıkları bir şarkı herkesin ruhunu harekete geçiriyor.
Aslında buraya kadar pek çok hikaye ile benzerlik gösteriyor. Ancak Çıplak Ayaklı Diva adını verdiği sosyal duruşu "aç insanlarla, dünyanın fakir halklarıyla dayanışma içinde olmak amacıyla" sahneye çıplak ayakla çıktı ve çıkıyor. Aslını kökünü unutmadan ilham perisinin yani kendi özünün peşinden gitmeye devam ediyor.
Kimsenin anlamadığı bir dilde, yerel tarzda şarkılar söyleyerek, dünyaya onun diliyle sesleniyor. Yapbozun bir parçası olduğunun farkındalığı ile duruşunu seçiyor.
Ruhunun derinliklerini, stüdyoda hayata getiriyor. İçinde olanı dışında yankılandırmaya devam ediyor. Ölümsüz ve özgün olanı önce kendi içimizde yakalamak. Belki de bir sanat eserinin meydana getirmenin ve dünyaya seslenmenin en büyük sırrı budur.
Antropolog Elif Oktav Erdemli
Soru ve bireysel çalışma talepleriniz için iletişime geçin