Erkenden, yani saatler itibariyle erken başlayan günlerden biriydi. Ayların, belki de tüm yaşanmış binyılların ağırlığı vardı üzerinde. Binlerce hayatlar, yüzlerce gel gitlerle bezenmiş. Oysa ki, küçücük elleriyle çalmıştı gitarın tellerini, küçücük elleriyle bezemişti tuvalleri ve daha neler neler küçücük aşklarında….
Şimdi Kurtuluş Savaşı’ndan kalma bir kağnı gibi ağır ama emin adımlarla ilerliyordu bu yolculukta. Görevi kutsaldı ne de olsa. Kutsal olan analık, kutsal olan öğretmenlik. Gençlik yıllarından kalma curcunalı geceler, uzaklarda değildi aslında, oradaydı hepsi bir bir; tıpkı olması gerektiği gibi… Birazdan yeni ve eskiden kalma dostlar gelecek, yemekler yenilecekti. Yani görev, bize zamanı daha gelmeden, O’na başlamış olacaktı. Mutfağın kapıları açıldı, içeri doluştu tüm besinler…Bir görseniz havuçların keyfini inanamazsınız gördüklerinize. Sıralarını bekliyorlardı bu sofrada yeralmak için, olanca içtenlikleriyle… Ve bir “Kün” anı gibi herşey olması gerektiği kadar olması gereken yerdeydi. Dostlar gelmişti çoktan, çamurlara batmış pantolon paçaları, nice seramik sanatçılarını kıskandıracak güzellikte eserler gibi duruyordu o anda. Her gelen eşiyle, her gelen sevdikleriyle, her gelen gönlüyle, tininin sıcağıyla oradaydı da; ondan sebep bu kadar kolay kururdu ıslanmış saçlar. Sofralarda bedenler bir güzel şımartılmıştı; şimdi sıra gönüllerdeydi. Aynalı Baba misali mangalda hazırlandı kahveler.
Pişirmesi ustalık, içimi ayrı keyf. Ve aşklardan konuşuluyordu şimdi. Başka başka zamanlarda tanışılanlardan. Biri konuşurken biri dinliyordu. Yanımda duran Sevgi Hanım. Bilirim yüreğinden hangi aşklar ne şiddetle geçti. Gözüküyor gözlerinde, uzağımda değil ki… Adını sorarsanız susarım ama, ad bilene mahsustur. Sevgi Hanım seviyor ya, ben daha çok seviyorum, O’nun sevdiklerini, çünkü aksi var yüzünde…Sanki biz biliyor muyduk ki, aşık olmadan önce aşık olduklarımızın adını…Neyse Sevgi Hanım pek bir durgun bu günlerde…
Derken söz, Nihal Hanım’da. Anlatıyor da anlatıyor...Bugünlerde pek bir dolmuş. O’da aşıktır, kimlere ve nelere. Ama biraz öfkeli mi ne… O da olur tabi. İnsan hep gülemez ya… hep gülmek biraz da hep ağlamak gibi değil mi sanki? Neyse şimdi söz nereden nereye. Benim bir aşkım vardı; Üçler arasında olan, şimdi durduk yere nereden geldi diyeceksiniz de; neyse ben siz demeden anlatayım…
Benim bu ilk üç aşkımdan biri herkes tarafından malumdur mecliste. Bir aralar çok kavga ettik, meğer yanlış anlamışız birbirimizi ya neyse. Bir adım O, bir adım ben derken, barıştık geçenlerde ve pek de iyi hani aramız bugünlerde. Ama herkes şahittir; aramız kötüyken de kimse kötülemedi bana O’nu. Lâkin Nihal Hanım’da bir sinir anlayamadım. Durduk yerde kahve mi sert geldi ne, bir hiddet… Nârların kırmızılığı hiç kalır yüzünün renginde. Oysa ki, bilirim O da sever, ama bu kızgınlık niye? Derken demediği kalmadı benim aşkıma. Demedim tek kelime, savunmak bana düşmedi o an. Gelmedi içimde işte. Ama insanım ya, gönlüm burkuldu azıcık. Kırılmam, ettiği sözden değil de,
Soru ve bireysel çalışma talepleriniz için iletişime geçin