Birlikte döşediğimiz evin anahtarını soktum kilide. Ancak bu sefer kilidin açılması daha da kolaydı sanki. Defalarca konuşmuştuk, nasıl çözeriz diye, iç mimar arkadaşlarımıza danışmıştık. Herkesin fikirlerini almış, bazı haftasonları evi nasıl güzelleştiririz diye sokaklarda dolaşmıştık. Ama dedim ya bu sefer kilit çok kolay açılmıştı.
Neyi mi çözmeye çalıştık. Kapıdan girildiğinde direkt oturma odasına geçiliyordu. Bu durumdan hoşlanmıyorduk. Sanki izleniyormuş gibi geliyordu insana. Sabahlara kadar film seyrettikten sonra koltukta uyaya kalırdık. Boşalmış bardaklar ve yorgun zihinlerle. En sonunda bir paravan almaya karar vermiştik. Rengine ben karar verecektim. Ama bunların hepsi önümüzdeki ay alınacaktı. Bu ay biraz parasızdık çünkü… Olsun ne önemi vardı beklerdik.
Ama kapının kilidi bu sefer çok kolay açılmıştı. Keşke o eve ilk girdiğimiz anda o paravanı alsaydık. Onun ve benim arama çekilen bir paravan. Birbirimizin ayıplarını kapatan bir paravan. Çünkü artık birbirimizden utanacak ve çekinecek yerlerimiz vardı. Birbirimizden saklamamız gereken günahlara sahip olmuştuk. Sahi, bir paravan kapatabilir miydi günahları?
O çıplaktı, kadın da… Benim olmaya asla cesaret edemediğim kadar çıplaktılar hem de. Peki çıplaklık neydi? Ben çok mu giyiniktim duygularım sereserpe ortalardayken, onlar daha mı giyinikti sevişirken… Peki şimdi neden sızlıyordu kalbim.
O her zamanki gibi çok yakışıklıydı. Saçları da her zamanki gibi dağınık. Bacağındaki yara izi hala geçmemişti. Beraber dolaşırken, ayağı takılıp düşmüştü. Çok derin bir yaraydı. Haftalarca pansuman yapmıştım. Çünkü O kana dayanamıyordu. Neyse geçmek üzereydi. İlk zamanlar derin iltihap kaparsa diye çok korkmuştuk. Şimdi ise, sadece küçük bir iz kalacaktı. Beraber yürüdüğümüz yollardan O’na, sadece küçük bir yara izi. Kızın kürek kemiğindeki dövme çok güzeldi. Ben bir türlü nasıl bir dövme istediğime karar verememiştim oysa ki. Yoksa bu yaşadığımın nedeni bu muydu? Nerede yaptırmıştı sormak isterdim. Ama inanır mısınız hiç vaktim olmadı. Sorsam cevap verir miydi, onu da bilmiyorum. Ama soramadım dedim ya vaktim olmadı.
Beraber aldığımız ekose battaniye, kızın bacaklarının dolandığı O’nun kalçalarının başladığı yerin hemen altındaydı. Alırken korkmuştuk tüy verir mi diye? Hiç kullanmaya fırsatımız olmamıştı. Acaba veriyor muydu? Sormak istedim. Kızın bacaklarına ve O’nun sırtına yapışmış mıydı battaniyenin tüyleri. Çıplak tenlerine batıyor muydu?
Kızın uzun siyah kıvırcık saçları çok güzeldi. Dışarı çıktığımda ilk iş bir kuaföre gitmek olacaktı. Zaten kırıklarım da vardı. Uçlarından 3 numara kestirmeye karar verdim. Saçlarımda O’nun kokusu vardı çünkü hala. Sabah evden çıkarken onları öpmüş ve güzel birgün geçirmemi dilemişti. Gerçekten de çok güzel birgün oluyordu. Herşey olanca çıplaklığıyla gözlerimin önündeydi çünkü. Ve herşey de güzeldi aslında, eğer ben burada olmasaydım. Ama buradaydım.
Kızın beli ve kalçaları da çok güzeldi. O’nun ellerinin beyaz rengi, kızın esmer kalçalarında çok güzel gözüküyordu. Herşey estetik bir yanılsama mıydı yoksa? Yoksa herşey sadece bir yanılsama mıydı? Akşam seyrettiğimiz filmin etkisinde bir rüya mıydı? Tüm bunlar olmuyordu. Ne ben ne de diğer oyuncular yoklardı aslında.
Sonra fark ettim. Hep kıza takılıyordu gözlerim. Kendimi O’nunla mı özdeşleştirmiştim. Hayır. Yanıt çok basitti. Çünkü kız üsteydi. Onun için de en çok O göze çarpıyordu ne yapayım.
O’nun sol kulağı epey kızarmıştı. Yeni küpe almıştık. Epeydir küpe kullanmadığı için, birazcık sürtünme olsa hemen kızarıyordu beyaz kulakları… Sanırım kısa bir süre önce kızın dudakları burada epey bir çalışma yapmıştı. Kim bilir canı nasıl acımıştır. Ama şu anda gayet iyi gözüküyordu. Durumdan yakınır bir hali yoktu. Kulağında sabah sürdüğü ilacın sarı pıhtıları gözüküyordu.
İkisi de çok güzel gözüküyorlardı. Her hallerinden çok eğlendikleri belli oluyordu. Ta ki ben içeri girinceye kadar… Bir anda ahenkleri bozulmuş. Gidip gelmeleri kesilmişti. Kendimi çok kötü hissettim. İki insanın özel anlarına tanıklık ediyordum. Her ne kadar bu insanlardan biri geceyi birbirimize sarılarak geçirmiş olduğum adam dahi olsa…
O bana baktı. Bakışlarının bana gelmesi uzay yolculuğu kadar bir zamanı kapsadı sanırım. Yaramaz bir çocuğun vazoyu kırdığı andaki ifade vardı üzerinde. Kızı üzerinden itekledi. Hiç hoş değildi yaptığı. Kız ne olduğunu anlamaya çalıştı. O anda gözgöze geldik. Örtünmeye çalıştı. Daha da utanmıştım. Olduğum yerde duruyordum. Tüm olaylar etrafımda dönüyor gibiydi. Sanki benimle ilgili hiçbirşey yok gibiydi.
O doğruldu. Gözlerime bakarak adımı söyledi. Ben kızın bileklerine baktım. “Özür dilerim.” dedim. “Kitaplarımı unutmuşum”. Nedense birden yüzüm kıpkırmızı oldu. Sanırım kızın utanarak üstünü örtmeye çalışmasından kaynaklanmıştı. Çok güzel bir burnu vardı. O, kanepeden fırladı. Bana hediye ettiği kalpli terliklerin üzerine bastı. Korktum. Tekrar adımı söyledi. Böylesi çıplaklığı hoşuma gitmemişti. Geri geri gittim. Tekrar adımı söyledi. Sonra “Ben ben” diye kekeledi. Evet, biraz bencildi. Kendinden bahsetmeyi severdi. Bencilliğini biraz evvel göğüslerini okşadığı kızı üzerinden ittiğinde, daha da net görmüştüm.
Üzerime doğru bir sonsuzluktan fırlar gibi geliyordu. O anda yok olmak istedim. Bir anda iş yerimdeki masamda ya da deniz kenarında bir kafede olmayı istedim. İşin aslı sadece orada olmak istemediğimdi. Nerede olacağımın çok da önemi yoktu. O’ndan ilk defa bu kadar çok korkmuştum. Sehpanın üzerine kaydı gözlerim. Akşam çıtlattığımız çekirdekler, cips artıkları O’nun içtiği boş bira kutusu, benim biraz ağır geldiği için bitiremedim nar suyum. Filmin boş kutusu… tütsü tablası, yasemin kokulu biten mum, yeni aldığımız servis takımları… kitaplarım onlar da ordaydı. Evet! Ben onları almaya gelmiştim. Ama şimdi onlara uzanamazdım. Çok uzaktaydılar. Karar vermem gerekiyordu. Ama bacaklarım kıpırdamıyordu. O her an bana biraz daha yaklaştı. Birden ileri atıldım. Herşey kontrolümden çıkmış gibiydi. Hızla, salonun diğer tarafından dolandım. Kitaplarımı aldım. Ve bu duruma bir açıklama getirmek için “Sadece kitaplarımı almak için gelmiştim.” dedim. O tekrar adımı söyledi ve “Lütfen bana bunu yapma!” dedi. Neyi yapmamam gerektiğini anlamamıştım. Zaten ne yapıp ne yapmadığımın da pek farkında değildim. Kitaplarımı kucağıma aldım. Kız inanılmaz bir tepkisizlikle bana bakıyordu. Ama şu anda bakışının manasını çözemeyecek kadar kafam karışıktı. “Neden bana bağırmıyorsun? Bir tepki ver.” dedi. Tekrar adımı söyledi. Çıplaktı. İkisi de çıplaktı. Sadece ben giyiniktim. “Beni sevmiyor musun?” diye sordu. Sanırım, benim için film şeridinin koptuğu an o oldu. Birden minik bedenim devasa bir şekilde büyümeye başladı. Kitapların kucağımdan yere doğru yolculuk etmeye başladığını, daha sonra botlarımın üzerine konduğunu hissettim. Kızın gözlerindeki tepkisizlik dehşete dönüşmüştü. Sanırım bedenimin kocaman olmaya başladığını O da görmüştü. “Sevgi mi?” diye bağırdım. Pardon bağırmadım çığlık attım. “Bence daha iki dakika önce seviştiği kadını üstünden atan bir adamın ağzına hiç yakışmayan bir kelime” dedim. Biraz önceki çığlıktan sonra çok sakin çıkmıştı ses tonum. Herşey kontrolümden çıkmıştı. Bir anda kızın gözlerinde anlam veremediğim bir masumiyet belirdi. O’nu anlıyor muydum? Tanrım ne anlayışlı insandım öyle(!)
Artık sanki O’nla aramızda hiçbirşey yaşanmamıştı. Herşey bir hiçliğe dönüşmüştü. Daha dün birbirimize sarılıp uyumuştuk. O, bu sırada telaşla pantalonunu giymişti. Şimdi çok yakınımdaydı. Neden hala buradaydım. Bir olayın gerçek olması için illa şahit mi gerekliydi? Şahitlik miydi benim buradaki görevim? Elini omzuma koydu. Yere eğildim. Kitapları topladım. Şimdi sahne benimdi, herkesin gözleri benim üzerimdeydi. O’nun yüzüne baktım. Hiçbirşey göremiyordum. Daha dikkatli baktım, ama hala hiçbirşey göremiyordum. Beni öpmek istercesine yaklaştı. Bir anda üzerime iğrenç bir kokunun geldiğini hissettim, bayılacak gibi oldum. Kafamı çevirdim. “Teşekkürler” dedim ve kapıya yöneldim. Adımı söyledi. “Bana acı veriyorsun.” dedi. Ama hiçbirşey hissetmedim. Gerçekten acı çekebileceğine inanmıyordum çünkü. Gerçeğin ne olduğu konusunda da bir bilgim yoktu. Dizlerinin üzerine çöktü. Midem daha da bulanmıştı. Kıza baktım. Tüm bunlar sırasında giyinmişti.
Kapıyı açtım. “Ne olur gitme!” dedi. Söylediği şeyin saçmalığı konusunda bir fikri var mıydı bilemiyorum. Ben sadece banyoda duran yeni altığım mavi yunuslu diş fırçasını ne kadar sevdiğimi ve onu bir daha kullanamayacağımı düşündüm. Çok mu bencilceydi. Kapı kapanmıştı. Artık bir paravanımız olmuştu.
Ben çıktıktan sonra evde olanlar konusunda en ufak bir fikrim bile yok. Belki de sevişmelerine kaldıkları yerden devam etmişlerdir. Kız O’nu her şeyin düzeleceği konusunda ikna etmeye çalışıyordur belki ya da benim varlığımdan haberi bile yoktu ve şimdi de O evi terketmek üzereydi. Şimdi de O’nun arkasından gitme diye bağırıyordur. Midem çok kötü oldu. Bir kaldırımın kenarına kusmak zorunda kaldım. Uff çok kötü. Allah’tan yanımda sabunlu mendilim var da, temizlenebiliyorum.
Cep telefonumu alıyorum elime. Ama tuşları göremiyorum. Birden “Efendim fıstık” diye ses geliyor. Efendim demesinden benim O’nu aradığımı fark ediyorum. Sesin sahibi çılgın patronum İlkay, durumu fark edip devam ediyorum.
“Şey kendimi pek iyi hissetmiyorum. İşe dönmesem olur mu?” diye soruyorum.
“Fıstık sesin pek iyi gelmiyor. İstersen yanına geleyim. Nerdesin?” diyor. Nerde olduğum konusunda en ufak bir fikrim bile yok. Yol kenarında güzel bir ağaç görüyorum. Ona sırtımı yaslıyorum.
“Yok gerek yok. Sadece biraz temiz havaya ihtiyacım var.”
“Tamamdır. Yeni proje epey de yordu seni. Sen yarın da gelme. Araya haftasonu da girer, kendini toparlarsın. Bu arada ne zaman istersen laflayabiliriz. Ancak senin beni görmek isteyeceğini pek sanmıyorum” diyor ve gülücüklerini gönderiyor bana. İçim ısınıyor bir an.
“Tamam. Çok sağol. Pazartesi görüşürüz o zaman.”
“Görüşürüz. Beni her zaman arayabilirsin.”
“Tesekkürler. Hoşçakal.”
Her zaman bu kadar iyi bir patronum olduğu için sevinmişimdir. Ancak iş konusunda çok sıkıdır. Ama insan gibi insandır. Neyse… Şimdi hayatı yaşamaya nerede kalmıştık. Hııı evet.
Aslına bakacak olursanız, ben çıktıktan sonra evde ne yaptıkları ile ilgilenmiyorum. Bunu söylerken de kendime yalan söylüyorum tabii. Yoksa yürüyemem. İlginç bir duygu sadece yunuslu diş fırçasının hayatımda olmamasının verdiği tuhaf bir burukluk var o kadar.
Kalabalık bir yerlere gitmeliyim. İç sesimi duymak istemiyorum şu anda. İstanbul’un en kalabalık caddelerinden birine atıyorum kendimi. Bir sinemaya giriyorum. Haftaiçi olduğu için sinema bomboş. Film boyunca bir şeyler yiyorum. Filmin ne olduğu ve benim tüm o süre boyunca ne yediğim konusunda en ufak bir fikrim bile yok. Sinemadan çıktığımda ezan sesini duyuyorum. İkindi vakti… Kalbim rahatlıyor. Ama uykum var gibi sanki. Bir kafeye gidiyorum.
“Bir kahve. Sert olsun lütfen.”
Yanında minik kurabiyeler de getiriyorlar. Bu sırada işten erken çıkanlar yavaş yavaş bir şeyler içmek için sokaklara dökülmeye başlıyorlar. İnsanlar geliyor, insanlar gidiyor. Hepsini seyrediyorum. Bir adam geliyor masama:
“Oturabilir miyim?”
“Siz bilirsiniz.”
Bir şeylerden bahsediyor. Birşeyler diyor. Duymuyorum. Hesabı isteyip kalkıyorum masadan. Adam gene birşey diyor ama anlamıyorum.
Çıkıyorum hava kararmış. Kahveden midem yanıyor. Karnımın acıktığını ve canımın şarap istediğini fark ediyorum. Çok sevdiğim bir şarap evi var. Oraya doğru gidiyorum. İçimde kocaman bir boşluk hissediyorum. Belki kalabalıklar içindeki uğultu beni rahatlatır diye düşünüyorum. Haftada birgün arkadaşlara uğradığımız bir yer burası. Hem rahatsız edilmem, hem de kafamı dağıtırım diyorum içimden.
“Hoşgeldiniz!” diyerek beni bir masaya yönlendiriyor, Cemil Ağabey.
“Hoş bulduk. Bugün tek olacağım. Arkadaşlar yok diyorum.”
“Olsun efendim.” diyor. “Hep oturduğunuz masaya buyurun lütfen.”
“Peki diyorum.”
Menuyu uzatıyor. Ama şu anda seçim yapmak konusuyla ilgilenemeyeceğim için;
“Güveçte sebze, peynir tabağı ve kırmızı şarap” diyorum. “Şarap seçimi size ait. Pahalı olmayanından, ekşimtrak bir lezzette olsun diyorum.”
“Tabii efendim” diyerek ayrılıyor yanımdan. Ama yüzündeki şaşkınlık kaçmıyor gözümden. Ne de olsa, her zaman şarabı mutlaka kendim tatmak isterim. Müdavimi olduğum için de bunu çok iyi bilir.
İşte o anda masadaki boşluk ve kocaman bir yalnızlık hissi kaplıyor içimi. Birkaç kültür sanat dergisi alıp karıştırıyorum, kültürüm artsın(?) diye. Cep telefonum geliyor aklıma. Çantamdan çıkarıp bakıyorum. 25 adet cevapsız çağrı. Hepsi de O’ndan. Anlaşılan ben gittikten sonra sevişmeye devam etmemişler. Aslında bu konuyla artık çok da fazla ilgilenmiyorum. Annemi arıyorum. Bu akşam eve gelemeyeceğimi bir arkadaşımda kalacağımı söylüyorum. Şu anda yolculuk yapabilecek kadar güçlü hissetmiyorum kendimi. Ayrıca bu halimi annem kesinlikle anlar. O’nu üzmek en son isteyeceğim şey… Birden birinin adımı söylediğini duyuyorum. Eski bir dost yüzü görmek kadar hiçbirşey beni mutlu edemezdi. Hele şu anda. Bana cennetten sunulmuş bir armağan gibi gelmişti.
“Nasılsın?” diyor. Uzun uzun kucaklaşıyoruz.
“Ne olsun işte. Aynı koşturmaca.”
“Epey yorgun gözüküyorsun. Yeni projeyi uzaktan izledim. O kadar iyi iş çıkarttın ki… Patron kaçamak yapmana izin vermiş gibi.” diyor. İçim ısınıyor birden damarlarımdaki kan yeniden hareket etmeye başlıyor.
“Seni gördüğüme nasıl sevindim bilemezsin Metin. Yoğun iş temposundan görüşemez olduk. Otursana. Ben yiyecek bir şeyler söyledim, bir şişe de şarap. Sen ne istersin?” diye sorup gözlerim garsonu aradığında, çoktan bize doğru gelmekte olduğunu fark ediyorum. Hizmet kalitesi diye ben buna derim. Neşelenir gibi oluyorum. İnsanların arasıra da olsa insanları önemsediğini yeniden hissediyorum.
“Otururum. Şarabına da ortak olurum. Ama ben de açım. Bir şeyler söyleyeyim.” diyor.
Metin’le aramız hep iyi olmuştur. Ama şehir hayatı, iş derken birbirimize hiç vakit ayıramamıştık. Birbirimiz çok severdik.
“Ya şimdi hatırladım. Senin bir sevgilin vardı. Adı neydi hatırlayamadım şimdi. Nasıl gidiyor. Başladınız mı evlilik hazırlarına.” diyerek, şarabından bir yudum aldı.
“Biz ayrıldık.” dedim. Aman Allah’ım ben ne dedim. Ayrıldık mı? Ne zaman ayrıldık. Bugün öğlen ayrıldık. Herşey bitti. Bitti mi? Evet bitti. Ama Onlar’ın ilişkisi kim bilir ne kadar uzun süredir devam ediyordu. Kıskanç olmadığım için 2 aydır yaptığı gizli telefon konuşmalarını şimdi bir başka gözler değerlendiriyordum.
“Aaaa üzüldüm ya.. İyi gidiyordunuz. Gerçeği söylemek gerekirse, senle zaten bir ilişkinin kötü gitmesi mümkün olamaz.” dedi. Bir parça da bifteğinden aldı, ardından da bir yudum şarap daha. İnsanlar nasıl et yiyebiliyorlar anlamıyorum. Neyse, “Ne zaman ayrıldınız?” diye devam etti. Ben o sırada yemeğime dokunmamış. Ama bir kadeh şarabımı çoktan bitirmiştim.
“İki ay oluyor.” dedim.
“Vay be” dedi. “Tam da proje ortasında. İyi başarıyla geçmişsin. Ben zaten senin bu güçlü kadın yönünü hep takdir etmişimdir.”
“Sağol” dedim. İçimden güçlü kadın diye, güldüm. Neyse şu anda en son yapacağım şey kendime acımak. Sadece ve sadece O’nun artık hayatımda olmamasına alışmaya çalışıyorum.
“Anlaşılan etkileri hala geçmemiş.” dedi. “Senin gibi bir kadını kaybettiği için ilerde çok pişman olacak. Sen de kafana fazla takma boşver. “ dedi. “Ya gerçekten özlemişim seni.” İyi oldu rastlaştığımız, diye de ekledi.
“Evet.” dedim. “Açıkcası proje bittikten sonra ilk defa dışarı çıkıyorum. Uzun süredir de, kapalıydım malum.” dedim. Yüzüme uydurup bir gülümseme kondurdum.
“Aaaa. O zaman projenin başarısını kutlayalım.” dedi. O sırada kalabalık bir grup içeri girdi. Metin işaret etti. Bana dönüp,
“Canım sakıncası yoksa, masaya davet edebilir miyim? Hayır dersen birlikte takılırız. Ama bence kalabalık, curcuna, muhabbet sana iyi gelir.” dedi, göz kırparak. Zaten uzun süredir görüşemediğim arkadaşlarım da vardı aralarında.
“Tabii. Ne demek çok güzel olur.” dedim.
Bir süre sonra boşalan şarap kadehlerini ardından da şişelerini sayamaz olmuştum. Yiyeceklerin biri gidiyor biri geliyordu. Herşeyi unutmuştum. İnsanlardan övgü dolu sözler alıyordum. Ama gözüm gece cep telefonuma takıldı. 25 tane daha çağrı vardı. 10 tane de mesaj. Mesajları okumadan sildim. Telefonumu da kapattım. Metin’le gözgöze geldik. Gülümsedi. Telefonu çantama attım. Kahkahalar, gürültüler, baş dönmesi hepsi birbirine karışmaya başladı. İnanılmaz bir şekilde eğleniyordum. Muhabbet çok güzeldi. Ama midem bulanmaya ve başım dönmeye başlamıştı. Metin’e baktım. Çok yakışıklı gözüküyordu. Neden düzgün bir ilişkisi olmadığını sordum kendime. Belki de erkekler böyleydi. Ama benim o onda bunu düşünebilecek ne enerjim ne de gücüm vardı. Metin kulağıma eğilip:
“Canım çok iyi gözükmüyorsun.” dedi. “Çıkmak ister misin? Saat de epey ilerledi” dedi.
“Evet. Sanırım biraz kahve ve temiz havaya ihtiyacım var.” dedim.
“Açıkcası ben de epey içtim. Deniz kenarında yürüyüş yapalım derdim; ama ben de pek parlak değilim. İstersen Cihangir’deki evime gidelim. Küçük ama şirin bir balkonu var. Sen fındıklı kahve seversin. Sana kahve yaparım. Balkonda içeriz. Dilediğin zaman da uyursun. Biliyorsun evimin kapıları sana her zaman açık.”
Fındıklı kahveyi çok sevdiğimi nereden biliyordu. Gerçek şu ki, fındıklı kahve muhteşem bir fikirdi. Acaba O da fındıklı kahve sevdiğimi biliyor muydu? İçimdeki sesin yanıtını duymak istemedim.
“Olur.” dedim. “Kız arkadaşın yanlış anlamaz değil mi? Zor durumda kalmanı istemem .” Metin bir kahkaha attı.
“Benim uzun süreli ilişkilerim olmuyor biliyorsun canım. Ayrıca dostlarıma kimse karışamaz.” diye ekledi. “Daha erken benim için hala çapkınlık yapıyorum. Günün birinde uslandığımda da seni alacağım.” dedi ve bir kahkaha daha patlattı. Çok şirindi, gamzesi olduğunu daha önce nasıl da fark etmemiştim.
Kafam gene karışmıştı. Ama bildiğim tekşey, Metin’e güvendiğim, alkollü olduğum ve uykumun gelmeye başlamış olmasıydı.
“Hadi kal o zaman.” dedim. “Ama ben sana yardım edemem. Herşeyi sen yapacaksın.”
“Tamam anlaştık.” dedi. Kalkıp koluna girdim. Başım inanılmaz bir şekilde dönüyordu. Ayaklarımda şişmiş, botumun duvarlarına dayanmıştı. Kitaplarım da olduklarından daha ağır geliyordu.
“Tamam güzelim. Dönüyorsun farkındayım. Ama seni eve sağ salim götüreceğim.” dedi. “İstediğim birşeyler var mı? Marketten alabiliriz.
“Evet çukulata istiyorum.” dedim. İlgisi çok hoşuma gitmişti. Biraz şımarmak istedim nedendir bilinmez.
“Hiç değişmemişsin. Hala çukulatacısın.” dedi. Yüzünde çok tatlı bir gülümseme belirmişti. “Adamlar seni gel sana çukulata vereceğim diyerek rahatlıkla kandırabilirler.” diyip, işaret parmağıyla burnuma dokundu.
Gene O geldi aklıma. Hayalet gibi peşime takılmıştı sanki. Gerçekten de ilk tanışmamız bana çukulata ikram etmesiyle olmuştu. Yoksa kötü adam beni çukulata ile mi kandırmıştı.
Herkese iyi akşamlar diyerek masadan kalktık. Masadakiler; vaaayyy çok tatlı bir çift oldunuz, dediler; yarı şaka yarı ciddi. Kendimi bir anda tuhaf hissettim. Çukulata ile daha önce kandırılan kız, şimdi de eve mi atılıyordu. Metin:
“O nasıl Türkçe!” diye karşılık verdi. “Bir mi çift mi? Hem bir hem de çift”
Gülüşmeler oldu. Yola koyulduk. Kapıdan çıktığımda gündüze oranla nisbeten daha serin bir hava yüzüme çarptı. Dizlerimin bağı çözülür gibi oldu.
“Tamam canım. Yanındayım. Bence bu sadece proje yorgunluğu falan değil. O herif seni epey hırpalamış. Her halinden belli. Sakın sıkma canını. Senin gibi hem güzel hem de güçlü bir kadını kaybettiği için günün birinde çok pişman olacak. Zaten hiçbir zaman sana layık durmuyordu. Uff neyse çenem düştü. Hem yemekte de dedim. Çapkınlıklarım bitsin seni ben alacağım seni.”
“Çok tatlısın.” dedim. Gülüştük. “Kimse bir insanı eğer o izin vermezse hırpalayamaz.” diye de ekledim.
“Hep böylesin sen işte. Kendine yöneltiyorsun herşeyi. Oysa ki, insanları sevmek, onlara değer vermek; onları değil sadece seni yüceltir. İşte bu yüzden senin yüce bir kalbin var.”
Uufff uzatma.” dedim. Nasıl bu kadar kaba olmuştum. “Ayrılma nedenimiz ne biliyor musun?”
“Tahmin edebilir miyim?”
“Tabii. Ama önce çukulata alalım.”
7/24 açık olan marketlerden birine girdi. Ben dışarıda bekledim. Kapalı bir yere giremeyecek kadar çok şiddetli midem bulanıyordu. Yalnız başıma kalıp, bir şeyler düşünecek fırsat tanımadı bile bana. Çok kısa bir süre içinde elinde koca bir poşetle, marketten dışarı çıktı.
“Ne yaptın Metin! Kim yiyecek o kadar şeyi.”
“Kahvaltı için de birşeyler aldım. Sabah sen şimdi kahvaltı yapmak istersin. Ben de popomu kaldırıp, gidemem; diye şimdiden aldım. Kişi kendini bilmeli değil mi?”
“Göründüğünden çok farklısın Metin biliyorsun değil mi? Yoksa senin kendine savunma biçimin bu mu?”diye sordum.
“Ayrılma nedeniniz seni aldatmış olmasıydı. Değil mi?”
“Evet.” dedim. Aldatılmıştım. O anda bunu fark ettim. Ama içimde en ufak bir acı dahi yoktu. Sadece nasıl bu kadar iyi bir oyuncu olduğunu çözmeye çalışıyordum. Kendime de şaşıyordum. Bir anda hissettiğim tüm duygular yok olmuştu. Nasıl bu kadar katı olabilmiştim. Sanki hiç hayatımda olmamış, sanki O’nu hiç sevmemiştim. O’nu herhangibir şekilde bir daha görmeye dayanabileceği sanmıyordum.
“Aşağılık herif.” dedi. Neden bu kadar tepki gösterdiğini anlayamamıştım. Kendisi de kısa süreli, takılma(?) temelli ilişkiler yaşayan biriydi sonuçta. Gerçi o dürüsttü. Birlikte olduğu kadınlar, bunu bilirlerdi. Kimseye de “Seni seviyorum” dediğini duymamıştım. Yani kimseyi aldatmamıştı, aslında.
Yolda yürüdük. Çantamı ve elimdeki kitapları almıştı. Ben de Metin’in koluna yapışmış,
nedenini bilmediğim yanağıma süzülen gözyaşını gizlemeye çalışıyordum.
“Canım bak. Kaportanın üzerindeki kediye. Çok şirin.”
Kafamı kaldırıp, kedinin olduğu tarafa baktım. O anda o kedi sanki sadece bir kedi değildi. Kedinin gözlerinden içime sıcacık bir sevgi aktı. Artık gözyaşlarım süzülmeyi bırakmış, bir çağlayana dönüşmüştü. Kaldırımın kenarına oturdum hıçkıra hıçkıra ağladım. O da yanıma oturup, bir sigara yaktı. Çok kibar bir adam olmasına rağmen:
“Eğer o aşağılığı görürsem ağzını kıracağım.” dedi.
Tepkisine hiçbir anlam veremedim. Erkeksi bir koruma içgüdüsü gibi geldi. Bana her zaman değer verdiğini çok iyi biliyordum çünkü. Hıçkıra hıçkıra ağladım. Taa ki neye ağladığımı unutuncaya kadar. O da bu sırada 3 tane sigara içmişti sanırım. Ayağa kalktım. Başım çok kötü dönüyordu. Düşecek gibi oldum. Beni hemen tuttu.
“Hadi sarhoş bebek, artık eve gitme vakti geldi.” dedi.
Biraz yürüdükten sonra apartmanın kapısına gelmiştik. Eski bir binaydı.
“4. kat ama merdiven yok. Uyarayım seni.” dedi.
“Sorun değil. Ben güçlü bir kadınım çıkarım.” dedim, gülerek. Ve tabii ki, birinci kattan sonrasını Metin’in kucağında çıktım. Benim kucağıma alışveriş poşetini, kitapları ve çantamı koyduk. Kucağında uyuya kalmışım. Dairenin kapısını açtı.
“Evet gelinim.” dedi. Sesiyle kendime geldim. “Bir duş almak ister misin? Bu sırada sana giyebileceğin rahat bir şeyler hazırlayayım.” dedi.
“Aslında bir duş çok iyi gelir. Kendimi çok kirli hissediyorum.” dedim. Sanki tüm yaşananlar üzerime bir kir gibi yapışmıştı. Temizlenmek istiyordum.
“Tamam o zaman sen doğru banyoya ben de sana havlu ve rahat kıyafetler hazırlayayım. Ancak uyarayım. Benim t-shirt ve eşofmanlarla komik olabilirsin. İdare edeceksin artık.”
Banyonun yerini ve hangi musluktan sıcak su aktığı gösterdi. Kapıyı kilitlemememi rica etti. Haklıydı çok içkiliydim. Ayrıca bunun için bir neden de yoktu. Banyodan çıktı kapıyı kapattı. Elimden geldiğince hızlı bir şekilde soyunup kendimi duşa attım. Önce soğuk ardından da sıcak su bana çok iyi gelmişti. Ayrıca duşta ağlarken gözyaşlarım anlaşılmıyordu. Bu ergenlik çağlarımda keşfettiğim bir oyundu. Banyo malzemeleri içinde bir tane bile kadın şampuanı ya da sabunu ya da kadına ait hiçbirşey göremedim. Anlaşılan geçici ilişkiler konusunda karşı tarafa gerçekten de çok dürüsttü. Yunuslu diş fırçamı hatırladım ve tekrar ağladım. Saçlarımı, ağzımı, burnumu, ayaklarımı iyice yıkadım. Bedenime nedense dokunmak istememiştim.
“Metin!” diye seslendim. “Havlumu getirebilir misin?”
“Tabii içeri giriyorum. Yandaki askıya bırakacağım.” dedi. “Bulmam biraz uzun sürdü, kusura bakma.”
Kapının kolu açıldı. Birden anlamsız bir şekilde heyecanlanmıştım. Duş perdesinin ardından silüetini seçebiliyordum. Acaba O da beni görebiliyor muydu?
– “Astım askıya. Yanına da pijamalarını koydum.” dedi. Kendimden utandığım için bir şey diyemedim.
– “Orda mısın? İyi misin canım?” dedi.
– “ Evet. Sadece arada hala zırzır ağlıyorum. Hemen giyinip çıkarım.” dedim.
Duş perdesini açtım. Havluya sarındım. Kurulandım. Bana verdiği pijamalara baktım. Gerçekten de çok büyüklerdi. Giyimdim. Bu sırada tekrar ağlamamak için saçımdan üstüme damlayan damlaları sayma oyunu oynadım. Tüm işlemler bittinde banyodan çıktım.
“Kusura bakma. Banyoyu toparlayamadım. Saçlarım falan dökülmüştür. Yarın sabah hallederim.” dedim.
“Aman prensesim. Benim için saçının her telinin banyomu şereflendirmesi bir onurudur. Ama o ıslak saçlarını kurutalım hasta olursun.” dedi.
“Boşver Metin inan hiç halim yok. Balkona çıkıp kahvelerimizi yudumlayalım mı?”
“Olmaz. Önce saçlar kuruyacak. Otur şuraya.” dedi. “Kahveler hazır zaten demleniyor sadece. Islak kafayla balkona çıkacakmış. Haaa ha ha..” Haklıydı.
Çaresiz oturdum. Zaten karşı çıkacak halimde de yoktu. Ayrıca O’nun evindeydim. Kuralları O koyardı. Bir süre sonra saç kurutma makinasının sesi duyuldu. Saçlarımı kurutuyordu. Kocaman elleri olduğunu o anda fark ettim. Saç diplerime masaj yapıyor, onlarla oynuyor ve kurutuyordu. Babam geldi aklıma. Orta kulak iltihabı olduğumda her banyodan sonra saçlarımı O kuruturdu. Gözümden yaşlar süzüldü. “Neler oluyor bana.”dedim içimden. Sonra gene O geldi aklıma. Yaptığımız tüm alışverişlerden saç kurutma makinesi almaya fırsat kalmamıştı. O’nda kaldığım zamanlar ıslak saçla dışarı çıkmak zorunda kalmıştım. O anda “Yoksa beni sevmiyor musun?” sözleri çınladı kulaklarımda. Sevgi??? Hııh dedim içimden.
Metin’in eli o sırada yanağıma deydi. Saç kurutma makinesini kapattı. Eli hala yüzümdeydi. Yanıma geldi. Elini çeneme koyup, başımı kendisine doğru çevirdi. Gözlerinde derin okyanuslardaki büyük dalgaları gördüm. Eliyle gözyaşlarımı sildi. Omzuna gömdüm burnumu. Hüngür hüngür ağladım. O saçlarımı okşamaya devam etti.
“Ağla bebeğim at içindeki herşeyi.” dedi. Sonra duruldum. Gözyaşlarımı sildi eliyle.
“Hani kahve içecektik. Kandırdın beni.” dedim. Yüzünde kocaman çok tatlı bir gülümseme belirdi.
“Kalk bakalım koca kız. Üstüne birşeyler al balkona çık, otur. Ben geliyorum. Sandalyenin üstünde bir hırka var. Onu alabilirsin. Kahvene süt ister misin?”
“Hayır. Kahvede sütten hiç hoşlanmam.”
“Hııı bunun unutmuşum.”
“Efendim. Bir şey mi söyledin.”
“Yok bir şey.”
Dışarda hava çok güzledi. Manzarada muhteşemdi. Metin her zamanki gibi zevklerinden taviz vermemiş ve muhteşem manzaralı bir ev seçmişti. Başım hala dönüyordu. Minderli sandalyelerden birini kendime doğru çekip oturdum. Diğerini de yanıma çektim. Yığınlar gibi duran evlerin üzerinden deniz muhteşem gözüküyordu. İşte gerçek aşkım dedim. Deniz… Ne çok isterdim şimdi derin denizler kulaç atmayı, dalmayı.
“İşte kahveler hazır. Sana fındık aromalı yaptım. Seversin. Ama derin denizlerde yüzmeyi daha çok seversin. İstersen haftasonu seni deniz kıyısı bir yerlere kaçırabilirim. Temiz hava her zaman işe yarar.”
Yoksa, zihnimimi okuyordu. Ya da çok ama çok iyi bir gözlemciydi. Zeki olduğu zaten kuşku götürmez. Eğer gerçekten kendimi daha iyi hissedersem gidebilirdim. Ama şu anda küçük de olsa, sırt çantası hazırlayıp yolculuğa çıkma fikri çok yorucu geliyordu. Bu konuyu sonra düşünmeye erteledim.
“Çok sağol Metin. Hakkını nasıl öderim bilemiyorum. Gerçekten de kafamın çok karıştığı bir andayım.”
“Bence kafan falan karışık değil. Sadece duyguların birbirinin içine girdi. O kadar. Seni çok iyi anlıyorum. Çünkü sevdiğin bir insanın başkası ile birlikte olması nasıl bir acıdır bilirim.” Bakışları yere düşmüştü.
“O’nu sevdiğimi sanmıyorum Metin. En azından artık sevmiyorum.”
“Kendini kandırma bebeğim. Onun için mi telefonunu kapattın. Sesini duyup O’nunla yüzleşecek gücü bile bulamıyorsun kendinde.”
“Hayır!” diye karşı çıktım. “Sadece artık konuşacak bir şeyler kaldığını sanmıyorum.”
“Emin misin?”
“Evet. Hatta şimdi telefonu açıp O’nunla yüzleşeceğim.”
“Bence kendini fazla zorlama. Yeterince hırpalanmışsın zaten.”
Telefonumu alıp, hemen açtım. Pin kodları ve şifreleri hiçbir zaman kullanmamıştım. Açar açmaz mesaj yağmuru yağmaya başladı. Ardından da hemen telefonum çaldı. Arayan O’ydu. Karşı tarafa iletim raporu gitmiş olmalı. Metin bana baktı. Bir sigara daha yaktı. Bense telefona bakakalmıştım sadece.
“Efendim” dedim.
“Aşkım nerdesin, nasılsın, seni çok merak ettim.”
“Oturuyordum. İyiyim.” Neden yanıt vermiştim ki, O’na neydi. Metin’in yüzünde anlam veremediğim bir sırıtma ortaya çıktı.
“İnan bana herşey bir anda oldu. Nasıl oldu anlamadım. Yoldan çıkıverdim. Seninle kısa süre sonra evleneceğimi düşünmek, beni fazla heyecanlandırdı sanırım. Bilmiyorum. Bir anda oldu çok, ama çok özür dilerim.”
“Tüm bu söylediklerinden sonra özür dilenmesi gereken biri varsa, o da o kızdır.” dedim. Metin şok olmuş bana bakıyordu. Gece çok sessiz olduğu için O’nun söylediklerini de duyabiliyordu. Devam ettim.
“Aslında bizim aramızda herşey çok daha önceden bitmişti. Sen sadece oyunu oynamaya devam ettin. Üstelik hergün bana yalan söyledin. Bu tüm gördüklerimden daha da acı. Dürüst olamyı bile başaramadın. Ne bana, ne kendine, ne de ilişkimize. Gerçekten de herşey bitti. Sadece başka biriyle birlikte olduğun için değil. Bunun bile sorumluluğunu alamayacak kadar korkak olduğun için. Telefonu kapatıyorum. Hoşçakal.” Metin şok olmuş bana bakıyordu.
“Eğer gidersen kendimi öldürürüm. Gitme!” diyerek, ağlamaya başladı.
“Hayatın, nefes almanın güzelliklerini bile başkasının üzerine yıkacaksan, belki de gerçekten de yaşamanın anlamı yoktur. Hoşçakal” dedim ve telefonu kapattım.
Metin kahvesinden bir yudum aldı. Dediklerime inanmamış gibi bir hali vardı. Ama gerçekten de öyle düşünüyordum. Evet göğüs kafesimin arasında bir yerler çok acıyordu. Fakat bu oyunu kurallarına göre oynamak lazımdı. Bir şeyleri yerinden oynattıktan sonra tekrar eski haline getirmek imkansızdı. Tüm kitaplar, hayatlar bu hikayeyi anlatıyordu.
“Gerçekten de çok güzel rol yapıyorsun. “dedi.
“Rol değildi.” dedim. “İçimde sadece şu anda yaşanmışlıkların hüznü var. O’nun şu anki haline ilişkin en ufak bir hissim dahi kalmadı. Yaşanan güzelliklerin yasını tutup, sonra da onları unutacağım. Hepsi bu kadar.” dedim. Başım yeniden çok şiddetli bir şekilde dönmeye başlamıştı. Sanırım Metin de bunu fark etti. Omzunu bana doğru uzattı. Başımı yasladım.
“Biz erkekler bazı konularda sürekli olarak içgüdülerimize yeniliyoruz. İşin aslını istersen O’nun seni sevdiğinden hiç şüphem yok. Ya kendine birşey yaparsa? Bunun sorumluluğu alabilecek misin? ”
“İçgüdüleri sevgisinden daha kuvvetli bir erkek istemiyorum. Hayatı artık kaybettiği bir kadını elde etmek için bir koz olarak öne süren bir erkeği ise, gerçekten hiç istemiyorum.”dedim. Bu kadar basit olamazdı herşey.
“ Haklısın canım ama maalesef bazen böyle oluyor. Sen neden uzun süreli ilişkiler yaşamadığımı biliyor musun? Sırf bu yüzden. İçgüdülerimi bile yenebilecek kadar güçlü bir sevgiyi yakalayamadım henüz. Ve o olduğunda gerçekten de çok mutlu olacağımı biliyorum. Hayatın benim için doğru zamanı hazırladığından da eminim.”
O kadar güzel konuşuyordu ki, içim ısınmıştı. Saçlarımı okşamaya başladı. Metin’le bu kadar yakın olabileceğimiz hiç düşünmemiştim.
“O’nunla ilişkine ister devam et, ister etme, içindeki o güzelliği ve ışığı asla söndürmeyeceğine dair bana söz vermeni istiyorum. Dedim ya seni ben alacağım seni. Biraz daha çapkınlık yapmama izin ver sadece. Gelinim olacaksın.” dedi gülerek. Bu komik oyun hoşuma gitmişti.
“Tamam söz” dedim. “Üşüdüm içeri girelim mi artık.” O anda içimdeki huzur rahatlama ve sevgi hissini hiçbirşeyle tarif edemem. Sanki hep uzak olan bir yere ansızın varmak gibi.
“Canım, eğer izin verirsen seninle bu akşam birlikte uyuyabilir miyim? Bu geceden sonra seni çok uzun bir süre göremeyeceğimi düşünüyorum.”
Bir an içimin duşta olduğu gibi kıpırdandığını hissettim. Ama gerçek şu ki, bu gece kesinlikle yalnız uymak istemiyordum. Ayrıca ses tonunda rahatsız edici en ufak bir ima dahi yoktu.
– “Tabii.” dedim. Aslında ben de yalnız uyumak istemiyorum. Ama çok kıpırdanırım ben uyurken haberin olsun.” dedim gülerek. Tüm gece boyunca galiba ilk gülüşümdü.
Başımı omzundan kaldırmayı hiç istemiyordum. Ama yüzümü avuçlarının için aldı. Alnıma bir öpücük kondurdu. İçim sıcacık oldu.
“Hadi gel prenses. Uyku vakti.” diyerek, beni kaldırdı.
Aslında prenses, bebeğim gibi kelimelere sinir olurdum. Ama sanırım bu gece incinen kalbim için prenses, şevkat içinde bebeğim gibi sözcüklere ihtiyacım vardı. Metin’in ağzından da daha önce böyle sözcükleri hiç duymamıştım. Galiba kadın olmanın ne kadar güzel bir şey olduğunu öğrenmem gerekiyordu.
Yatak masmavi ve çok güzeldi. Bulutların üzerinden bir uyku beni bekliyordu. Yatağa girdim. Metin’de yanıma uzandı. Sırt üstü yattım. Tavana melekler çizilmişti. Muhteşem bir duvar resmiydi.
“Aaaa çok güzler.” dedim.
“Senin kadar olamazlar.” dedi. Sesinin tonu değişik gelmişti.
Her ne kadar sarhoş da olsam, içimde bir şeylerin tuhaf bir şekilde hareketlendiğini fark ettim. Sarhoş olduğum için kontrolü elimde tutmak için ayrıca çaba sarf etmem gerekiyordu. Bir an tehdit altındaki hayvanlar gibi gerildim. Bana doğru uzandı. Ürkmüştüm. Alnıma minik bir öpücük kondurdu ve yanıma uzandı.
“Tatlı uykular. Umarım huzurlu bir gece geçrirsin.” dedi. Yatakta hareket etmeme yetecek kadar bir alan da bırakmıştı. Tanrım ne oluyordu bana. Paranoyaklar gibi davranıyordum.
Hemen uyuyakaldığım. İçinde çok tuhaf bir huzur ve arınmışlık hissi vardı. Metin’in yanında bebekler gibi uyumuştum. En son böyle, ne zaman uyuduğumu hatırlayamadım. Gece bir ara, başımı onun göğsüne koyduğumu hatırlıyorum. O’nun kocaman elerini de saçlarımda sonra da omuzlarımda hissetmiştim. Ama bu kendimi biraz da olsa güvende hissetmeme neden olmuştu. Karmakarışık rüyalar gördüm. Bir ara, tüm yaşadıkları tekrarını seyrettim. Çığlık attığımı ve sıçradığımı hatırlıyorum. Sonra Metin beni sarmalardı. “Yok bir şey. Herşey geçti. Dediğini hatırlıyorum. Saçlarımı okşayarak beni tekrar uyuttu. Bir daha da uyanmadım. Mışıl mışıl uyumuşum.
“Seni seviyorum.” diye bir ses duydum. Alnımda bir ılıklık hissettim. Herşey hayal gibiydi. Bilincim yarı açıktı. Pek bir şeyleri anlayabilecek durumda değildim. Sonra aradan zaman geçti mi geçmedi mi bilmiyorum ama, ardından bir kapı çarpma sesi ile uyandım. Yataktan sıçradım. Metin yoktu yanımda. Yanımda olmasını istediğimi fark ettim. Saate baktım. 9:00’dı. Yatağın kenarında bir not kağıdı vardı. “Kahvaltı için dolaptan istediğin herşeyi alabilirsin. Güzel bir kahvaltı yapmadan evden çıkmanı istemiyorum. Hatta tüm gün evde dinlenebilirsin. Sabahtan toplantım var. Dilersen erken de çıkabilirim bugün işten. Güzel dinle, burası senin de evin. Metin.”
Bekar bir erkek için oldukça düzenli bir evi vardı. Yatağa attım kendimi. Tavandaki melekler gerçekten de çok güzledi. Metin’in böyle şeylerden hoşlanacağını hiç tahmin etmezdim. Biraz yatak sefası yaptım. Tüm ilişkinin yorgunluğunu ve yaşadıklarımı üzerimden atmaya çalışıyordum. Biraz zaman alacaktı ama bu da geçecekti. Bugün izinli olmam iyi oldu, dedim içimden. Banyoya gittim. Güzel bir duş aldım, saçlarımı topladım, giyindim, kendime güzel bir kahvaltı hazırladım. Metin herşeyi düşünmüştü. Muhteşem ve dörtdörtlük bir kahvaltı için herşey vardı evde. Çayımı da demlemeyi ihmal etmedim tabii. Balkondaki masanın üzerini kahvaltı için uygun hale getirdim. Manzaraya karşı güzel bir kahvaltı yaptım. Ardından da evi biraz toparladım. Sanki hiçbirşey yaşanmamış gibiydi. Keskin bir bıçakla O’nu kendimden koparıp atmıştım. Telefonuma baktım. Patronum ve annemle kısa konuşmalar yaptıktan sonra, dün geceki Metin’in tavrını düşündüm. Konuşulanları hatırlamaya çalıştım. Metin özel bir insandı… Gerçekten özel ve değerli bir insan.
Kendime yeni bir hayat hazırlamaya karar verdim. Yıkık dökük değildim, bu tarz şeylerin bu kadar hızlı ve kolay geçeceğini hiç tahmin etmezdim. Ama geçmişti işte… Sadece güzelliklerin kaybolmasından duyulan bir hüzün vardı, hepsi o kadar…
Metin’in kokusu geldi bir anda burnuma. Tüm gece yanımda yatmıştı. Sabah duyduğum seslerin rüya mı yoksa gerçek mi olduğuna karar veremedim. Dışarıda ışıl ışıl akan günü yakalamak için sokağa çıktım. Arkamda Metin’e bir de mektup bırakmıştım.
“Herşey için yardımların, akşam yemeği, evini paylaştığın ve daha da önemlisi için omzun için çok teşekkürler. Ben deniz havası almaya çıkıyorum. Haftasonunu belki Büyükada’da geçireceğim. Biraz toparlanmaya ihtiyacım var.” Sen de gel demek istememiştim. Hayatımı yeniden kontrol altına almam ve yaşadıklarımı toparlamam gerekiyordu. Ama bir şekilde nerede olduğumu da bilmesini istemiştim. Sanırım akşam beni koruyan tavrı nedeniyle bu anlamda kendimi Metin’e karşı sorumlu hissetmiştim. Yoksa bu kendime söylediğim bir yalan mıydı? Her ne olursa olsun şu anda çok da sağlıklı düşünüp, sağlıklı kararlar alabileceğim bir durumda değildim.
Gün, güneş ve ben güzeldim. Saat epey hızlı geçmişti. Deniz kenarında çayımı yudumlamaya başlamıştım ki, akşam olmaya başladığın fark ettim. Hava yavaş yavaş serinlemeye, güneş yoğunluğunu hissettirmeye başlamıştı. Derken, cep telefonum çaldı… Arayan O’ydu.
“Nasılsın?” dedim.
“Benimle dalga geçmekten zevk alıyorsun değil mi? Yıkık ve bitmiş bir durumdayım. Yanıma gel seni çok özledim.”
“Sana çok tuhaf birşey söyleyeceğim. Seni hiç özlemedim. Hatta sanki omuzlarımdan bir yük kalkmış gibi hissediyorum. Yüzüme attığın bu tokatla kendime geldim. Bazı gerçekleri yaşarken görememişim. Şimdi herşey çok daha net gözümde…”
“Bu söylediklerin gerçek olamaz.”
“Hayır hakikatin ta kendisi. Senin bencilce sevgin, çok basit detaylarda gizliymiş ama göremedim maalesef. Şimdi herşey çok net.”
“Sen beni aldattın.”
“Hayır sen kendini aldattın. Yolun açık olsun. Herşey için teşekkürler.” Ağlama sesleri geldi.
“Umarım yeni hayatında çok mutlu olursun. Bunu tüm kalbimle istiyorum.”
“Beni affet.”
“Seni affediyorum. İnan bana sana kızgın da değilim. Evet biraz sert oldu. Ama belki de kendime gelmem için bu gerekliydi.”
“Seni seviyorum.”
“Hayır! Sen sadece şu anda acı çektiğin için beni sevdiğini düşünüyorsun. Seninle bir hayat istemiyorum ve bunun tek nedeni dün gece gördüklerim değil. Kendine çok iyi bak. Herşey için teşekkürler. Hoşçakal.”
“Ben, ben. Peki söylediklerim payda etmeyecek. Hoşçakal.”
Telefonu kapattığımda içimi derin bir rahatlama hissi kaplamıştı. Sanki sevgi dolmuştu tüm hücrelerime. Ada vapuruna doğru yürümeye başladım. Saate bakmak için cep telefonuma yöneldim. Bir SMS vardı…
Soru ve bireysel çalışma talepleriniz için iletişime geçin